varla yok arasında, yokla koyun koyuna...
A r C a D i A
06 Mayıs 2010
19 Temmuz 2007
Ağıt
Soğuk bir rüzgar esiyor, savruluyor yapraklar.
Soğuk bir rüzgar esiyor. Kuşların hali de bir acayip.
Dolunay ışıklarını bu kez gönülsüz gönderiyor dünyaya.
Denizler silkinip kurtulmak istiyorlar sırtlarında taşıdıkları kargacık burgacık demir parçalarından.
Sokağımızın köpeğinin bir ayağı yaralanıyor, topallamaya başlıyor,
Kocaman iki göz korkarak, sorarak, anlayamayarak etrafa bakıyor,
Yaşlı bir amca sigarasından bir nefes çekiyor, gözlerini kısıyor "geçer bu günler de" diyor, sonra susuyor.
Bir tomurcuk açıp açmamakta tereddüt ediyor.
Soğuk bir rüzgar esiyor, daha bir kendine bürünüyor insan,
Soğuk bir rüzgar esiyor, gözler nemleniyor...
Soğuk bir rüzgar esiyor. Kuşların hali de bir acayip.
Dolunay ışıklarını bu kez gönülsüz gönderiyor dünyaya.
Denizler silkinip kurtulmak istiyorlar sırtlarında taşıdıkları kargacık burgacık demir parçalarından.
Sokağımızın köpeğinin bir ayağı yaralanıyor, topallamaya başlıyor,
Kocaman iki göz korkarak, sorarak, anlayamayarak etrafa bakıyor,
Yaşlı bir amca sigarasından bir nefes çekiyor, gözlerini kısıyor "geçer bu günler de" diyor, sonra susuyor.
Bir tomurcuk açıp açmamakta tereddüt ediyor.
Soğuk bir rüzgar esiyor, daha bir kendine bürünüyor insan,
Soğuk bir rüzgar esiyor, gözler nemleniyor...
30 Ocak 2007
Canımın İstanbul Köşesi
Orda yaşarken geçen yıl, hep saydım sövdüm evet,
şimdi de söverim o ayrı tabii. Ama öyle özledim ki İstanbul'u,
öyle tüttü ki gözümde bunca zamandır...
Anlarız birbirimizi:
"ağlamış, makyajı akmış, bin yaşında bir genç kız" demiştim sana.
Beklemeyeceğini bilsem de geliyorum İstanbul!
Seviyorum da sövüyorum da.
şimdi de söverim o ayrı tabii. Ama öyle özledim ki İstanbul'u,
öyle tüttü ki gözümde bunca zamandır...
Anlarız birbirimizi:
"ağlamış, makyajı akmış, bin yaşında bir genç kız" demiştim sana.
Beklemeyeceğini bilsem de geliyorum İstanbul!
Seviyorum da sövüyorum da.
02 Aralık 2006
15 Kasım 2006
17 Ekim 2006
21 Eylül 2006
ey dünyalı!
Tırmanırsan göğe gereğince
bulduğun bir alacakaranlık olacak.
Korkma,
o alacakaranlık içre bir duru aydınlıktır...
bulduğun bir alacakaranlık olacak.
Korkma,
o alacakaranlık içre bir duru aydınlıktır...
17 Ağustos 2006
şimşek çektim
16 Ağustos 2006
Dinle Ey Yıldız Tozu!
...
En uzak,
o adsız ve kimselersiz,
o yitik yıldızda
duyuyor musun?
bir stradivarius inler kendi kendine,
yayı, reçinesi,
köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor
ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı,
tüylerimi sarmada şimdi
kendi rüzgarıyla vurgun...
Sarıyor yeşil.
Rüya, bütün çektigimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
bir mısra boyu maceram...
...
En uzak,
o adsız ve kimselersiz,
o yitik yıldızda
duyuyor musun?
bir stradivarius inler kendi kendine,
yayı, reçinesi,
köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor
ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı,
tüylerimi sarmada şimdi
kendi rüzgarıyla vurgun...
Sarıyor yeşil.
Rüya, bütün çektigimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
bir mısra boyu maceram...
...
Ahmet Arif
'Suskun'
25 Temmuz 2006
10 Temmuz 2006
Zinedine Zidane
Seyretmekten çok zevk aldığım, benim de içinde bulunduğum geniş bir kitle tarafından "dünyanın en iyi futbolcusu" kabul edilen Zidane, aynı zamanda kendisinin jübile maçı da olan 2006 Dünya Kupası Final Maçında Materazzi adlı İtalyan futbolcuya kafa atmış ve jübelisinde kırmızı kart gören belki de ilk oyuncu olmuştur.
Buna tanık olduğuma inanılmaz üzüldüm ama belki Zidane'a toz kondurmak istemedeğimden, belki de İtalyanlar'ın çirkefliğini bildiğimden, hatta belki de Materazzi'nin vücudunu kaplayan ve bende faşizm çağrışımları uyandıran dövmelerinden dolayı sanki bütün suç bu İtalyan futbolcudaymış gibi hissetmekteyim. Ayrıca, aşırı tahrik edildiğinden emin olduğum Zidane gözümden hiç düşürmemiştir bilakis çirkefliğin profesyonellik olarak tanımlanmaya başladığı günümüz futbolunun geldiği noktaya giderayak gösterdiği sert bir tepki olarak bile algılama eğilimindeyim bu olayı. Ve fakat en nihayetinde çok çok üzgünüm...
02 Temmuz 2006
Ve Bitti Sonunda
40 post süresünce icra ettiğim askerlik görevim bitti gitti. Başlarken bulamamıştım diyecek bişey, şimdi de bulamıyorum. Sadece mutluyum.
Sahibi geldi
O gözlüklerinin arkasından bakıp, niçin ağlıyorsun?
"Nerde o eski İstanbul" diye hayıflanıyorsun.
Vallahi zor iş, doğup büyüdüğün şehirde,
dımdızlak, bir yabancı gibi kalmak.
Bir tabureye tüneyip akşamları, kadehlerde boğulmak.
Lâkerda kokmuyor artık İstanbul şehri,
paskalya yumurtası bile yok. "Şart mı ki?"
O eski bostanlar ağzına kadar blok apartman şimdi.
Seninse dikili ağacın bile yok!
Kaçırılan bir trenin ardından koşup,
yetişmeye takatin yok.
Bir yeni sahibi var artık bu şehrin, anlasana,
kimselerden korkusu yok!
Duvara astığın o çorapların sahibi geldi.
Altına aldığın kilimlerin sahibi geldi.
Kıro, keko, hırbo, zonta, maganda!
Kıro, keko, hırbo, zonta, maganda!
-Ah ah nerede o eski İstanbul?
O eski Kalamış, o boğaz, o güzelim sahiller?
- Vallahi haklısın azizim.
Halk sahilleri doldurdu, vatandaş denize giremiyor.
- Kültürsüzlük canım n'olacak? Bir sürü köylü işte!
- Kızım koş! Koş! Sular geldi sular. Gözümüz aydın ayol!
Kes lan!
Sen ülkedeki halkım, savaştaki askerim,
Ekinim ve ekmeğimsin. Sen üretenimsin.
Birisi söylemişti hatta bir zamanlar. Sen! Efendimizsin.
Ve bu Bizans eskisi şehir,
ve bu Bizans eskileri utansınlar kendi kimliksizliklerinden.
Siz! Uğruna neler çektiklerimiz...
Bana göre, vallahi hoş geldiniz.
Cem Karaca
13 Haziran 2006
Olimpiyad-ı Türkçe
Bu etkinliğin adı ve afişi beni o kadar rahatsız ediyor ki anlatamam. İstanbulun her köşesinde de bu afiş var maalesef. Sen uluslararası katılımlı, Türkçe konulu bir toplantı yap, toplantının adında Latince bir kelime kullan ve bu kelimeyi de Türk Dili kuralına uydurmaya çalışarak ucube bi isim çıkar ortaya: "Türkçe Olimpiyadı". Bana çok garip gelen diğer şey de bu etkinliğin beş çember ve iki böcek anteninden (!) oluşan ambleminin uzaktan bakıldığında fena halde Arapça gibi görünmesi. Tarafımdan çekilmiş olan fotoğraf aşağıda dikkatinize sunulmuştur. Etkinliğin içeriği, hedefi vs. konusunda bilgim yok ama bildiğim şu ki bu afiş ve isim beni çok çok rahatsız etti ve ediyor hala.
09 Haziran 2006
28 Mayıs 2006
18 Mayıs 2006
copppo
Birgün aniden, hesapsız, bakakalırsın giden geminin ardından;
Ağlasam mı, mendil mi sallasam diye düşünürken ufukta yitip gider gemi.
Ve birgün uyku mahmurluğuyla indiğinde limana
Bakarsın o gemi işte yine orda,
Bütün güzelliği, bütün mağrurluğuyla...
Hoşgeldin.
Ağlasam mı, mendil mi sallasam diye düşünürken ufukta yitip gider gemi.
Ve birgün uyku mahmurluğuyla indiğinde limana
Bakarsın o gemi işte yine orda,
Bütün güzelliği, bütün mağrurluğuyla...
Hoşgeldin.
07 Mayıs 2006
04 Mayıs 2006
23 Nisan 2006
Surdibi'nden manzara
22 Nisan 2006
denizde neş'e
10 Nisan 2006
23 Mart 2006
İnsan Biriktiriyorum
O kadar çok insan geçiyo ki bir günde hayatımdan, o kadar çok insanla muhatap oluyurum ki.
Hepsi bi çentik atıyosa eğer bilincime, kevgir gibi bi bilincim olacak bu iş bittiğinde.
Hepsi bi çentik atıyosa eğer bilincime, kevgir gibi bi bilincim olacak bu iş bittiğinde.
04 Mart 2006
Gelincik
Gelmeden henüz bahar
Bir Gelincik açtı şehr-i istanbulda...
Öyle bir geçiyor ki zaman!
İki ay öncesinden başlamıştı gelişini bekleyiş;
şimdi bir hafta geçti gidişinin üstünden.
İyi bir dost, görüp görebileceği en değerli şey sanırım insanoğlunun şu yalancı dünyada.
İyi ki varsın Gelincik, iyi ki...
Bir Gelincik açtı şehr-i istanbulda...
Öyle bir geçiyor ki zaman!
İki ay öncesinden başlamıştı gelişini bekleyiş;
şimdi bir hafta geçti gidişinin üstünden.
İyi bir dost, görüp görebileceği en değerli şey sanırım insanoğlunun şu yalancı dünyada.
İyi ki varsın Gelincik, iyi ki...
02 Mart 2006
12 Şubat 2006
metamorfoz
25 Ocak 2006
hiç yoktan biraz fazla
Bir çikolatalı gofret paketindeki yazı:
"İçerisinde eser miktarda fındık bulunabilir."
Bakıyorum da bana sunulan şu hayâsız hayata
"İçerisinde eser miktarda anlam bulunabilir..."
"İçerisinde eser miktarda fındık bulunabilir."
Bakıyorum da bana sunulan şu hayâsız hayata
"İçerisinde eser miktarda anlam bulunabilir..."
"çok"un eksilttiği
Dağlar kadar fark var
"Seni seviyorum" ile
"Seni çok seviyorum" arasında.
Bana mı öyle geliyor yoksa?
"Seni seviyorum" ile
"Seni çok seviyorum" arasında.
Bana mı öyle geliyor yoksa?
09 Ocak 2006
kanatlara ölüm!
Nasıl bir hakimiyet kurmuşuz şu dünyada aklım almıyor.
Birgün insanlardan kuşlara bulaşan bi hastalık yüzünden kuşlar insanları topluca katletmeye başlasa. Bi hayal edin..
18 Aralık 2005
Eski adamlar...
güneş tutulunca
dağlardaki mağralara gider
aylarca hatta yıllarca orda yaşarlarmış.
Ama bizim evlerimiz
televizyonlarımız, msnlerimiz,
hakkında hemen hemen hiç birşey bilmediğimiz
ama çok güvendiğimiz kurumlarımız var.
Bilimimiz var. Aklımız var.
Elimde olsa 29 Marttan 10 gün önce giderim köyüme
Ağustosa kadar da paşalar gibi yaşarım.
Ama benim elimde değil, elimde olsaydı da
yukardakilerim olduğundan yapamazdım heralde.
Daha da elimde olsaydı gider eski adamlara karışırdım;
severim eski adamları bilirsiniz.
10 Aralık 2005
SiS
'Yaşadıkların
Öldürdüklerindir!..
Ne kadar ki yaşarsın,
O kadar öldürürsün;
Ne kadar ki öldürürsün,
O kadar yaşarsın.'
Oruç Aruoba - De Ki İşte
Ey sisler içindeki yolcu!
Yavaş yürü, daha da eğ başını.
Boşuna savurayım deme yumruğunu,
Gözlerini dikme boşuna derinlere...
Görüp göreceğin,
İçine çekeceğin
İşte bu sis yalnızca.
Ey sislerin tutsağı!
Bir düşün.
Yalnızca yolun mu yiten?
Bulabilir misin el yordamıyla
Kendinden de yitenleri?
Oysa iki adım ardındalar hala,
Oysa bekliyorlar seni.
Ama elinle yaktığın ateş
Büyüyor biryerlerde.
Aleviyle değil;
Sisiyle, dumanıyla.
Öldürdüklerin arkanda,
Öldüreceklerin önünde...
Öldürdüklerindir!..
Ne kadar ki yaşarsın,
O kadar öldürürsün;
Ne kadar ki öldürürsün,
O kadar yaşarsın.'
Oruç Aruoba - De Ki İşte
Ey sisler içindeki yolcu!
Yavaş yürü, daha da eğ başını.
Boşuna savurayım deme yumruğunu,
Gözlerini dikme boşuna derinlere...
Görüp göreceğin,
İçine çekeceğin
İşte bu sis yalnızca.
Ey sislerin tutsağı!
Bir düşün.
Yalnızca yolun mu yiten?
Bulabilir misin el yordamıyla
Kendinden de yitenleri?
Oysa iki adım ardındalar hala,
Oysa bekliyorlar seni.
Ama elinle yaktığın ateş
Büyüyor biryerlerde.
Aleviyle değil;
Sisiyle, dumanıyla.
Öldürdüklerin arkanda,
Öldüreceklerin önünde...
05 Aralık 2005
27 Kasım 2005
delinin adı yok
Haç değildi... İpler!!!
Sıkan, sarkan örümcek ağları gibi ipler...
Uyandı. Karıncalandı her yeri; karıncalanmazdı oysa, irkildi kasları; bu imkansızdı. İrkilme terk ederken vücudunu fark etti ipleri, özellikle sıkanları. Hepsi sıkmıyordu, kimisi gevşekti, kimisi çözülmek üzere. Bu karanlıkta bunları görebildiğine şaşırdı. Yandı gözleri, iğneler battı sanki. Gözlerini en son açışını hatırlayamadı, hiç açıp açmadığını da. Aslında şu an gözlerinin açık olup olmadığına da emin olmadığı kanısına vardı, zifiri karanlıktı çünkü. Evet yanıyordu gözleri, ipleri seçebiliyordu hiç ışık olmamasına rağmen, ama bu yoğun bir hissetmenin verdiği eminlikten de olabilirdi. Aslında bunların çok da önemli olmadığını düşündü. Ah! Bir de şu ipler sıkmasaydı... Özellikle boynuna yağlı ilmek gibi bağlı olan her dakika, her an daha da sıkıyordu, milimetrik hareketlerle, ama sıkıyordu, varlığında hissettiği en net şey buydu.
Ama kurtulmak istemiyordu bu iplerden, biliyordu boştu aşağısı ve en karanlık da orasıydı. Hiç bir şey seçilemezdi orada; ipler bile... ve zaten ipler olmayacaktı orda. Ama sıkmasa yeterdi şu boynundaki ip öbürlerine katlanabilirdi. Katlanmak zorunda olduğunun da bilincindeydi, yoksa sonu aşağısıydı: o korkunç aşağısı...
Ürpermekten, irkilmekten, karıncalanmaktan başka tek hareket dahi edemiyordu. Birden müthiş bir biçimde etrafına bakma ihtiyacı hissetti. Etrafına ve aşağı, ve yukarı. “Aman Tanrım!” bir de yukarısı vardı. Onu kavrayamadı. Yine irkildi. O kadarla kaldı. Ne boynunu oynatabildi, ne de gözlerini. Bu arada ufak bir ipin çözülüp ayrıldığını hissetti vücudundan. Onun orda olduğunun farkına ancak ondan ayrılırken varabilmişti. Aldırmadı.
Bekledi. Bir süre öylece bekledi. Bir şeylerin eksikliğini hissetmeye başladı bekledikçe. Cevap beyninde çınladı birden: Ses! Ses olmalıydı. Bir şeylerin sesi olmalıydı. Mesela... mesela... hiçbir ses gelmedi aklına, ama dinlemeye karar verdi. Dinledi, dinledi. Ses yoktu! Yalnızca bütün benliğiyle hissettiği, ağır ağır akan ve onunla beraber herşeyi içine alan bir şey vardı. Ama bu ses değildi. Peki ya ses dediği ve olmayan bu şeyi nerden biliyordu? Peki, bu akan şey neydi? Nasıl olur da şimdi onu tüm benliğiyle hissettiği halde, dinlemeden önce farkına varamamıştı? Nasıl bir şeydi ki bu onunla birlikte herşeyin etrafından ve içinden böyle çıldırtıcı bir ahestelikle akıp gidebiliyordu? Nerden geliyordu, nereye gidiyordu? Nasıl başlamıştı akmaya ve ne yapıyordu beraberinde götürdüklerini? Evet beraberinde bir şeyler götürüyordu, ondan, iplerden, aşağıdan, yukarıdan anlaşılmayan bir biçimde. Herşeyin içinden aklın alabileceği en küçük parçaları koparıp, lime lime edip alıp gidiyordu. Hissedebiliyordu bunu.
Demin vücudundan ayrılan ip geldi aklına birden ve anladı. Bu akan şey ayırmıştı o ipi vücudundan. Yavaş yavaş çürütmüştü zaten sağlam olmayan bağları ve en sonunda ayrılmışlardı birbirlerinden. Beyninde bir şimşek çaktı: “Peki ya bütün iplerimi koparırsa böyle, ayırırsa beni aşağıya düşmemi engelleyen bağlarımdan!” Ama birazdan gerçekleşmesi daha muhtemel olan ihtimali gördü. Onu bütün iplerinden ayırmadan önce, zaten ondan geriye bir şey bırakmamış olacaktı. Yüreği burkuldu. Sonun varlığını kavradı ve bu gerçeğin altında ezildi. Boynunu sıkan ipe dahi aldırmaz oldu. Hüznün kapladığı bedeni gevşedi ve yeniden uykuya daldı.
16 Kasım 2005
düşünkonuş
Bir açıklama mahiyeti olmadan kullanılan "yani"lere hatta "yeaaani"lere tahammül edemiyorum artık. Tek başına ne pozitif ne de negatif bir anlama sahip olan bu kelime, bence, hiçbir soruya tek başına cevap değildir. (En azından ben, soruma cevap olarak verilen "yani"den sadece ucube bir anlamsızlık çıkarıyorum). Ayrıca "yani" birisinin fikir beyanından sonra söylendiğinde de söyleyenin duruşunu göstermiyo. Ne katılıyo ne de karşı çıkıyo bunu söyleyen. Bu haliyle sanki politik bi duruş gibi görünebilir ama bence söyleyenin anlatım eksikliğidir hatta ayıbıdır. Bu kadar.
14 Kasım 2005
Gülün kokusu kaldı
Altı ay sonra yine bir Erkan Oğur & İsmail H. Demircioğlu konserindeydim. [Altı ay önce Odtü'deki konsere afiş bile tasarlamıştım. Vay be ne oldum demeyecek insan :)] Bu konser de diğerleri gibi anlatılamayacak kadar etkileyiciydi. Çok ciddi düşündüm konserin bi yerinde: "Ulan bu adamlar neler diyo, ben nelerle uğraşıyorum.." Yine de uğraşıyorum işte. Bişeyler yapılabilir mi acep?
65 kiloyum
Modern zamanın üstüme kazıdığı
bütün kirleri soyunup atsam,
kaç gram kalırım acaba,
kaç
gram?
bütün kirleri soyunup atsam,
kaç gram kalırım acaba,
kaç
gram?
09 Kasım 2005
02 Kasım 2005
Tebdil-i Mekân
26 Ekim 2005
Deli Hikmet (1)
“...
Deniz yırtılır kimi zaman
Bilmezsiniz kim diker
Ben dikerim!
Uyanır bakarsınız ki mavi...”
Uzatsam elimi tutardım, düşmezdi küçük karınca suya. Ama herkesin bir vazifesi var değil mi şu hayatta. Bana düşmez suya düşen karıncalarla uğraşmak, kesin vardır vazifesi suya düşen karıncaları kurtarmak olan bir ekip. Bana ne! Onlar baksın bu işlere. Benim vazifem belli: Sabah akşam gezerim sokakları, caddeleri. Altını üstüne getiririm çöp tenekelerinin. Çocuklardan (o canavarlardan) kaçar, genç kızları kovalarım. Ama yine de öyle bakmasaydı keşke o karınca da taa gözümün içine. Herkesin hayatı kendini ilgilendirir canım! Bak şu simitlere, hiç karışıyorlar mı benim hayatıma. Kusura bakma karınca, sonra üzülürdük ikimiz de, bilirim suçlu da ben olurdum yine. Ama sen de sanki gözümün içine değil de ötelere baksan olmazdı. Yoksa vasiyetini mi söyleyecektin bana. Ama ben anlamam ki karıncaca, arıca olsa bir yere kadar. Yok yok, intihar etti besbelli. Yoksa düşer mi bi karınca durup dururken cup diye suya. Ne derdi vardı garibin kim bilir. Bir dertsiz tasasız ben varım herhalde şu dünyada. Karıncaya intihar ettiren dert kim bilir neler ederdi şu başımdaki bitlere.
Deniz yırtılır kimi zaman
Bilmezsiniz kim diker
Ben dikerim!
Uyanır bakarsınız ki mavi...”
Uzatsam elimi tutardım, düşmezdi küçük karınca suya. Ama herkesin bir vazifesi var değil mi şu hayatta. Bana düşmez suya düşen karıncalarla uğraşmak, kesin vardır vazifesi suya düşen karıncaları kurtarmak olan bir ekip. Bana ne! Onlar baksın bu işlere. Benim vazifem belli: Sabah akşam gezerim sokakları, caddeleri. Altını üstüne getiririm çöp tenekelerinin. Çocuklardan (o canavarlardan) kaçar, genç kızları kovalarım. Ama yine de öyle bakmasaydı keşke o karınca da taa gözümün içine. Herkesin hayatı kendini ilgilendirir canım! Bak şu simitlere, hiç karışıyorlar mı benim hayatıma. Kusura bakma karınca, sonra üzülürdük ikimiz de, bilirim suçlu da ben olurdum yine. Ama sen de sanki gözümün içine değil de ötelere baksan olmazdı. Yoksa vasiyetini mi söyleyecektin bana. Ama ben anlamam ki karıncaca, arıca olsa bir yere kadar. Yok yok, intihar etti besbelli. Yoksa düşer mi bi karınca durup dururken cup diye suya. Ne derdi vardı garibin kim bilir. Bir dertsiz tasasız ben varım herhalde şu dünyada. Karıncaya intihar ettiren dert kim bilir neler ederdi şu başımdaki bitlere.
13 Ekim 2005
Delilerden ben anlarım
...::: Deli Hikâyeleri* :::...
çok yakında burda
*(internetibağlatmayıbaşarabilirsemvedecanımisterseyazmayıtabii)
çok yakında burda
*(internetibağlatmayıbaşarabilirsemvedecanımisterseyazmayıtabii)
Sonnet 66
Tired with all these, for restful death I cry,
As, to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm'd in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And guilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall'd simplicity,
And captive good attending captain ill:
Tired with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
Üstteki William Shakespeare'in 66. sonesi,
alttaki ise bu sonenin Can Yücel tarafından
Türkçeye "çevrilmiş" hali.
Edebiyat çevirisinde daha iyisi yapılabilir mi bilmiyorum.
Can Yücel'in yaptığı çevirmekten öte
bir eseri aynı incelikle başka bir kültürde yaratmak kanımca.
Çeviri yapan herkesin görmesi gereken bi çalışma bu bence.
As, to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm'd in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And guilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall'd simplicity,
And captive good attending captain ill:
Tired with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
Üstteki William Shakespeare'in 66. sonesi,
alttaki ise bu sonenin Can Yücel tarafından
Türkçeye "çevrilmiş" hali.
Edebiyat çevirisinde daha iyisi yapılabilir mi bilmiyorum.
Can Yücel'in yaptığı çevirmekten öte
bir eseri aynı incelikle başka bir kültürde yaratmak kanımca.
Çeviri yapan herkesin görmesi gereken bi çalışma bu bence.
12 Ekim 2005
An Gelir
04 Ekim 2005
h(ö)a(l)y(ü)a(m)t
Bir güvercin yavrusu düşer ağaçtan yere,
Tam da yüzlerce yıllık bir paşa mezarının yanına.
Uzanıp alamam yerden demir parmaklıklar,
resmi sorumluluklar var arada.
Taze bir ceset yatmakta az ötede selimiye camii*nde musalla taşında
Töreni yapılsın diye beklemekteyim
beklemekteyim gözüm yavrucakta.
Cenaze kalkar birazdan koyulur top arabasına.
Uzaklaşırken paşa mezarının yanıdan top arabasının arkasında
Kara bir kedi ağır adımlarla yönelir yavrucağa...
Önümde yeni ölü, arkamda yüzlerce yıllık ölü
Aklımda 10 dakika sonrasının ölüsü
Hayat denen yanılgı ise her yanda o anda...
*İstanbul Üsküdardaki küçük Selimiye Camii
Tam da yüzlerce yıllık bir paşa mezarının yanına.
Uzanıp alamam yerden demir parmaklıklar,
resmi sorumluluklar var arada.
Taze bir ceset yatmakta az ötede selimiye camii*nde musalla taşında
Töreni yapılsın diye beklemekteyim
beklemekteyim gözüm yavrucakta.
Cenaze kalkar birazdan koyulur top arabasına.
Uzaklaşırken paşa mezarının yanıdan top arabasının arkasında
Kara bir kedi ağır adımlarla yönelir yavrucağa...
Önümde yeni ölü, arkamda yüzlerce yıllık ölü
Aklımda 10 dakika sonrasının ölüsü
Hayat denen yanılgı ise her yanda o anda...
*İstanbul Üsküdardaki küçük Selimiye Camii
02 Ekim 2005
Bismark *
Durağın arkasında her sabah ayağını yola uzatıp oturan dilenci
Kötü havalarda sabah yedide başladığı
mesaisine gelmiyor.
Boş kalıyor oturduğu kaldırım
öbürleriyle aynı olsa da hissediliyor bu.
Naapıyor acaba,
hiç uyuyor gibi gelmiyor bana nedense,
Nedense?
* Böyle de bişey vardı...
Kötü havalarda sabah yedide başladığı
mesaisine gelmiyor.
Boş kalıyor oturduğu kaldırım
öbürleriyle aynı olsa da hissediliyor bu.
Naapıyor acaba,
hiç uyuyor gibi gelmiyor bana nedense,
Nedense?
* Böyle de bişey vardı...
29 Eylül 2005
Poster
Yağmurlu bir sabahın ilk saatlerinde gördüm resmini
sokakta.
Siyah beyaz resminde gökyüzüne bakıyordu
arabesk gözlerle.
Resminin altında şöyle yazıyordu:
Her pazar kır kahvesinde.
Poster yağmurda yavaş yavaş bozuluyordu
çöp tenekesinin üstünde...
Başarı denilen şey
nedir ki?
sokakta.
Siyah beyaz resminde gökyüzüne bakıyordu
arabesk gözlerle.
Resminin altında şöyle yazıyordu:
Her pazar kır kahvesinde.
Poster yağmurda yavaş yavaş bozuluyordu
çöp tenekesinin üstünde...
Başarı denilen şey
nedir ki?
23 Eylül 2005
15 Eylül 2005
enteresan
Gün içinde kafamda birsürü şey oluyor. Bunları yazayım diyorum akşam bloga, sonra akşam açıyorum blog sayfamı bi bakıyorum aklımdaki herşey ama herşey uçmuş gitmiş. Şimdilik safiyane bi tavır takınıyor ve diyorum ki "boşver iyi oluyo, en azından bu blog benim kafamı boşaltmama yarıyo.." Başkalarının bloglarını okumaya zaman kalıyo bu arada hem.
Öyle işte...
Öyle işte...
04 Eylül 2005
İzafiymiş Zaman
11 Ağustos 2005
HomoStupidus
10 Ağustos 2005
"Böbrek diye bişey olmasın" imza kampanyası
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)